Son dönemde Samsunspor Başkanı Yüksel Yıldırım’ın Beşiktaş camiasına yönelik hadsiz ve provokatif açıklamaları, spor ve Beşiktaş kamuoyunda büyük tepki çekmektedir. Bu söylemler, sadece iki kulüp arasında gereksiz gerilimler yaratmakla kalmayıp, aynı zamanda sporda fair-play ruhuna da ağır bir darbe vurmuştur. Böyle bir tutum, kulüpler arası saygı ve dostluğun önemini unutan, geçmişteki ağır tecrübelerden ders almamış bir zihniyetin yansımasıdır.
Yıldırım döneminde Samsunspor, transferlerde yaptığı hatalar yüzünden transfer yasağıyla karşılaşmış, transfer tahtası kapanmış ve itibarı sarsılmış bir camiadır. Kendi yaşadığı bu dünkü manzarayı bile unutarak Beşiktaş’a ders vermeye kalkması, hem tarihi hem de ölçüyü bilmemektir.
Unutulmamalıdır ki, Beşiktaş, Ertuğrul Sağlam’ın rekor ücretli transferi başta olmak üzere birçok değerli futbolcuyu kadrosuna katarak, Samsunspor’un ekonomisine ciddi katkılar sağlamıştır. Ancak bu alışveriş yalnızca maddi değil; aynı zamanda yıllar süren dostluğun, saygının ve vefanın da açık bir göstergesidir.
Beşiktaş camiası, 1989’da Çakallı virajında yaşanan o büyük kazada hayatını kaybeden Samsunsporluları defalarca saygıyla anmış, bu elim olayı yalnızca bir trafik kazası değil; ortak bir hafıza, ortak bir yas, futbolun kardeşliğini pekiştiren bir sınav olarak görmüştür.

Sen, Samsunspor’un renklerini yalnızca kırmızı-beyaz sanırken biz, üçüncü renk olan siyahta buluştuk. Pankartlarımızda kaybettiklerinizi andık, yasınızı omuzladık, acınızı kendi acımız bildik.
Ama sen, o dönemlerde bugün sempatizanı olduğun kulübün peşinden koştuğundan mıdır bilinmez; Samsunspor’un tarihine, bu derin acıya ve iki camia arasındaki saygı temelli bağa böylesine uzak olman, bizim için hiç ama hiç şaşırtıcı değildir.
Yüksel Yıldırım gibi, kışkırtıcı ve gündem yaratma telaşıyla hareket eden bir usluba sahip bir başkanın, bu köklü dostluğu görmezden gelerek Beşiktaş’a yönelik hadsiz açıklamalar yapması, kulüpler arası ilişkilerin zarar görmesine, camialar arasında gereksiz gerilimlerin artmasına yol açmaktadır. Bu tür yaklaşımlar, sporun birleştirici ruhuna aykırıdır ve tarihin akışında hiçbir karşılık bulmayacaktır.
Samsunspor Başkanı Yüksel Yıldırım, tek seferlik bir sportif başarıyla ağırlığını kaldıramadığı bir koltuğa yaslanıp, Beşiktaş’a akıl vermeye, hatta had bildirmeye kalkışmaktadır. Sezon boyunca fırsat buldukça camiamız hakkında konuşmuş, iki kulüp arasında gerilim yaratacak, taraftarları karşı karşıya getirecek demeçleri bilinçli biçimde sürdürmüştür. Bugün de haddini iyice aşarak, “Galatasaray ve Fenerbahçe’nin aldığı oyunculara ağzınız açık kalıyor. Beşiktaş da onlara özeniyor. Bir şey yapmaya çalışıyor. Para yok. İşte gidip Dikilitaş Projesi’ni paraya çevirelim diyor. Sonra borç ödeyeceğiz diyor. Borç ödedikten sonra yine transfer yapınca borç atıyor. Bir şey fark etmiyor.” sözleriyle Beşiktaş'ın projelerine, ekonomik aklına ve sportif hedeflerine dil uzatmıştır.
Beşiktaş elbette bir şey yapmaya çalışıyor: İçinde bulunduğu dönemin gerekliliklerine uygun stratejilerle hareket ederek, kendi kaynaklarıyla güçlü ve sürdürülebilir bir gelecek inşa etmeye devam ediyor. Tarihin çöplüğü, dönemsel başarıların sarhoşluğuyla kendini dev aynasında gören ama sonra boyunun ölçüsünü alanlarla doludur. Beşiktaş, her fırtınayı görmüş, her türlü kuşatmayı aşmış bir çınardır. Kökleri derin, gölgesi geniştir; ama ne gölgesi ne de gücü, haddini bilmeyenlerin üzerine basması için vardır.
Camiamıza haddini aşarak dil uzatanların futbol kamuoyu nezdinde ne itibarı ne de kalıcı bir yeri vardır. Kim oldukları apaçık ortadayken, futbol kamuoyu kararını çoktan vermiştir.
Haddini aşanların sözleri, geçici fırtınalar gibi gelip geçerken, Beşiktaş kökleri derinlere inmiş, göğe yükselen bir ağaç gibi dimdik ayakta kalır. Camiamıza dil uzatanlar, bu kudretli yapının yanında sadece birer fısıltı, unutulmaya mahkûm gölgelerdir. Tarih onları birer anıdan ibaret bırakırken, Beşiktaş efsanesi zamana meydan okuyarak, tıpkı 122 yıldır olduğu gibi, varlığını sürdürecektir.
Bu nedenle, haddini aşanların artık Beşiktaş’la uğraşmayı bırakıp kendi sınırlarını ve gerçeklerini kabullenmeleri bir seçenek değil; gecikmiş bir zorunluluktur.